Allah Subhanehu ve Teâla şöyle buyurdu: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”İslâm ümmeti son yüzyılda iki büyük sarsıntı yaşadı. İlk sarsıntı 3 Mart 1924...
alim, ulama, toplum, cemaat, camia, hayra, davet, islam, ümmeti, 3, mart, 1924, hilafet, islam, kitle, ali, imran, suresi, 104, ayet, müslümanlar, toplumsal, değişim, alimler, nebilerin, varisleridir, hz, hamza
Allah Subhanehu ve Teâla şöyle buyurdu: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”
İslâm ümmeti son yüzyılda iki büyük sarsıntı yaşadı. İlk sarsıntı 3 Mart 1924’te Hilâfet’in ilgası ve İslâm’ın hayatımızdan uzaklaşması ile gerçekleşti. İkinci büyük sarsıntı 1948’de mübarek topraklara Yahudi işgalcilerin yerleşmesi oldu. Bu iki sarsıntı ile Müslümanlar büyük bir çöküntü yaşadı.
İslâm ümmetini düşmüş olduğu bu şiddetli sarsıntıdan çıkarmak, küfür fikirleri, düzenleri ve hükümlerini toplumdan uzaklaştırmak için Müslümanların mücadele etmesi ile mümkün olabilir.
Ümmeti kâfir devletlerin egemenliğinden ve sömürüsünden kurtarmak için verilecek bu mücadele ise ferdî değil cemai yani kitlesel olmalıdır.
İşte Allah Subhanehû ve Teâlâ Âl-i İmran Suresi 104. ayet-i kerimesinde “Sizden bir topluluk bulunsun!” emri ile İslâm’a davet etme, marufu emretme ve münkerden nehyetme işi için bir kitlenin-cemaatin bulunmasını farz kılmıştır.
Ayet-i kerimedeki geçen [مِنْ] edatı bildiğiniz üzere teb’îd içindir. Ayette zikredilen farzları eda etmek üzere Müslümanlardan bazıları bir kitleleşme ikâme etmelidir. Ayet-i kerime tek bir kitleleşme olmalı anlamından ziyade, bu farzları yerine getirecek en az bir kitleleşme olması gerektiğini ifade etmektedir.
Öyleyse bu farzları yerine getirmek adına birden fazla kitleleşmenin olmasında ve Müslümanların farklı kitleleşmeler altında hareket etmesinde bir mahsur yoktur.
Önemli olan bu cemaatlerin; bu farzları yerine getirmek adına oluşması, şer’î hükümler bağlamında hareket etmesi ve günümüzde İslâm’ın yeniden hayata hâkim olması için çalışıyor olmasıdır.
Öyleyse deriz ki; Müslümanların dertleri ile dertlenen ve Allah’ın hükmünden başkasını istemeyen, beşerî ve tağuti tüm yönetimleri reddedip nübüvvet metodu üzere bir yönetimi cihana hâkim kılmaya çalışan Müslümanlara ne mutlu.
Toplumsal değişimde cemaat ve kitleler ne kadar önemli ise bir kandil gibi etrafını aydınlatan âlimler de o kadar önemlidir.
Zira Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Âlimler Nebilerin varisleridir.”
İslâm’ın hayattan uzaklaştırıldığı günümüzde özellikle âlimlere çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Onlar ümmetin gören gözü ve işiten kulağı gibidirler. Rabbimiz Fatır Suresi 28. ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın kulları arasında O’ndan en çok korkanlar, âlimlerdir.”
İslâm’ın Batılı fikirlerle hemhal edildiği, demokrasinin İslâmi bir mücadele olarak lanse edildiği bir dönemde âlimlere ihtiyacımız ne kadar da çoktur.
Müslümanların zalimleri bırakıp da kendi kardeşleri ile uğraşmaya başladıkları günümüzde sahih kitleleşmelere ve cesur âlimlere olan ihtiyaç ne kadar da fazladır.
Bu sorumluluk dünyevi hesap yapmadan, kınayıcının kınamasından çekinmeden, zalimden ve küffardan korkmadan hakkı haykırmayı gerektirir.
Aynen Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in amcası, şehitlerin efendisi Hz. Hamza gibi,
Ensar’ın efendisi Sa'd b. Muaz gibi…
İmam-ı Azam ve Ahmed b. Hanbel gibi…
Seyyid Kutup ve Takiyyuddîn en-Nebhânî gibi…
Şeyh Said ve İskilipli Atıf hoca gibi…
Aynen Sudan’da darbeci askeri konsey üyelerine yüzlerce âlimin huzurunda Hilâfet çağrısı yapan Hizb-ut Tahrir Sudan Merkezî Temas Heyeti Başkanı Şeyh Nasır Rıza’nın yaptığı gibi…
https://youtu.be/uKvBiq7NOMg